ŞANSLI BİR KİŞİNİN ÖZ YAŞAM ÖYKÜSÜ

/home/wpcom/public_html/wp-content/blogs.dir/9aa/69458084/files/2015/01/img_1126-1.jpg

Kendimi tek bir kelimeyle tarif etmem istense “Şanslı” olduğumu söylerim; şanslı bir kişi…

Dünyaya gelişim planlanmamış ama benden haberdar olduklarında sevgiyle kabul edip doğmama karar vermiş ailem; şanslıymışım.

13 Mayıs 1978 Cumartesi günü saat 00:15’te Ankara Üniversitesi Cebeci Hastanesi’nde doğmuşum. Ertesi gün Anneler Günü’ymüş, söylediğine göre annem için unutulmaz bir hediye olmuşum; şanslıymışım.

Tam anlamıyla “Türkiye gerçeği” bir ailenin üyesiyim: Kafkasya’dan göçen Çerkezler, Balkanlar’dan gelen Saraybosnalılar, Selanikli mübadiller ile aileye evlilik yoluyla giren yirmidört ayar Istanbullular (Istanbul-‘İ’ ile değil ‘I’ ile), can İzmirliler, dosdoğru Diyarbakırlılar ve çılgın Lazlardan müteşekkil bir kumpanya! Çoğunlukla dram, bazen de komedi ama resmen bir tiyatro sahnesi! Günlük yaşama entegre bu roman kahramanlarını gözlemleyerek ve onların hikayelerini dinleyerek geçen çocukluğum empati kabiliyetimi, hoşgörü düzeyimi, farklılıklara saygı duyma becerimi ama en çok da hayal gücümü geliştirdi; şanslıydım.

Benden bir yaş büyük bir ablam ve altı yaş küçük bir kızkardeşim var. Evin ortanca çocuğuyum. Arayı ve orta yolu bulmayı, uzlaşmayı bu sayede öğrendim; şanslıydım.

Erken yaşta okula başlayan ablamın kendi başına kitap okuyabiliyor olmasını kıskandığımdan annemi zorlayarak ondan öğrendim okuyup yazmayı. 1983 yılıydı. Eksikliklerime üzülmek yerine doğru yerden destek alarak kendimi geliştirmeye genç yaşta(!) alıştım; şanslıydım.

Anaokulu ve ilkokulu 1983-1988 yılları arasında Ankara Sarar İlkokulu’nda,
Ortaokul ve liseyi 1988-1995 yılları arasında Ankara Gazi Anadolu Lisesi’nde,
Üniversiteyi 1995-1999 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Ekonomi Bölümü’nde okudum. Bu okulların tamamı devlet okullarıydı. Son ikisi, oldukça zor sınavlarla öğrenci kabul eden devlet okullarıydı. Ders çalışır görünürken aslında romanlar, hikayeler, şiirler okuyup hayaller kuran, resimler çizen bir çocuk olarak nasıl olduysa kazandım bu okulların sınavlarını ve dahi hiç de fena olmayan derecelerle mezun olabildim. Merak etmenin, can kulağıyla dinlemenin, doğru soruları sorabilmenin, yazarak düşünmenin öğrenmek için en keyifli ve kestirme bir yol olduğunu bu yıllarda farkettim; şanslıydım.

İngilizce’yi 10-17 yaşlarım arasında, ortaokul ve lise eğitimim sırasında öğrendim. Almanca’yı bir türlü sevememiş dolayısıyla asla öğrenememiş olmam da yine aynı yıllara denk gelir! Neyse ki ikinci yabancı dil hevesimi çok sonraları Fransızca öğrenmeye başlayarak giderme fırsatı buldum; şanslıydım.

Ortaokula başladığım yıllar babamın işlerinin darmadağın olduğu, atom bombası etkisiyle ekonomik olarak dibe vurulan bir döneme rastlar. O dönemde yaşadığım panik ve korku, hayatımın kontrolünü kendi elime almayı ve kimseye ihtiyaç duymadan ayakta kalabilmenin yollarını öğretti bana. Bir kişinin maddi koşullarının o kişinin özünde kim olduğunu değiştiremediğini de yine o dönemde anladım; şanslıydım.

Yıllara ve yollara rağmen hala aynı sıcaklıkta devam eden dostluklarımı erken okul yıllarımda kurdum – sonraları kurduğum dostluklar da yine hep uzun soluklu oldu; şanslıydım.

Okumayı hep çok sevdim. Daha kendim okuyamazken her gece uykudan önce bir çocuk romanından bir bölüm okuyan Annem, kütüphanesindeki Gırgır ve Fırt mizah dergileri arşiviyle Aziz Nesin külliyatını tüm cömertliğiyle paylaşan Feridun Dayım, henüz bir ortaokul öğrencisiyken beni Murathan Mungan’ın kitapları ile tanıştıran Zekiye Ablam, 90’lar Ankara’sının meşhur Dost Kitabevi’nin taksitli alışveriş kartını edinebilmem için hiç tereddüt etmeden bana kefil olan lise birinci sınıf edebiyat öğretmenim Hüseyin Öztorun – hepsi birlikte kendi yeryüzü cennetimin sihirli anahtarını verdiler bana; şanslıydım.

Üniversitede okurken en büyük hayalim, bir an önce iş hayatına atılıp burs ya da harçlık harici bir gelir kaynağına sahip olmak ve böylelikle kitaplardan tanıdığım impresyonist tabloların orjinalleriyle karşılaşabileceğim ülkelere seyahat edebilmekti. 2005’ten beri onlarca farklı ülkede yüzlerce tablonun izini sürme fırsatım oldu; şanslıydım.

İş hayatıma Eylül 1999’da Ankara Tepe Mobilya A.Ş.’de Muhasebe Elemanı olarak başladım. Mobilya imalatı ve satışı yapan bu şirkette çalıştığım bir buçuk yıl boyunca, okulda öğrendiklerimden kat kat fazla düzeyde muhasebe ve Excel bilgisi edindim. Fakat diğer yandan muhasebe alanında bir kariyerin kesinlikle beni mutlu edemeyeceğini de keşfettim. Buradaki maceram Mart 2001’de, o sırada Türkiye’de yaşanmakta olan sağlam ekonomik kriz ortamında, “Sen nasılsa bu yaz evlenip yurtdışına yerleşeceksin, diğer arkadaşların bakmak zorunda oldukları çocukları var…” gerekçesiyle bitirildi. Yani muhasebe kariyerim, akıllardan çıkmayacak bir “vicdan muhasebesi” dersiyle sona ermiş oldu; şanslıydım.

Eylül 2001-Nisan 2004 tarihleri arasında Lefkoşa’daki Asel Engineering Ltd.’de Yönetici Asistanlığı yaptım. Bu şirket mühendislik, inşaat, otomotiv ve çeşitli dayanıklı tüketim ürünleri ithalat ve pazarlaması konularında faaliyet gösteriyordu. Ambargo altındaki bir ülkede ticaret yapmaya çalışmanın cambazlıklarını da burada öğrendim, iki cambazın bir ipte oynayamayacağını da… İkinci bilgi sebebiyle henüz yeni bir iş bulmamış ve hatta aramamışken buradaki görevimden ayrılma kararımı işverenlerime bildirdim. Çok sevdiğim, sahiplendiğim ve iyi para kazandığım bir işten prensiplerim, öz saygım ve kendimden beklentilerim için vazgeçmeyi göze alabildim; şanslıydım.

Mayıs 2004 – Mayıs 2023 tarihleri arasında -tam 19 yıl boyunca- ithalat, pazarlama ve dağıtım alanında faaliyet gösteren bir firma olan Ramadan Cemil İşletmeleri’nde, Girne’de çalıştım. Buraya iş başvurusunda bulunduğumda bana uygun bir pozisyon yoktu ama ilk görüşmede bile çok netti ki hedeflerime ulaşmamı sağlayacak bir yönetim anlayışı vardı. Ben de açık tek pozisyon olan sekreterliğe talip olup işe başladım. Başladığım günlerde, ilerleyen dönemde uygun bir pozisyon olması durumunda bana da bir şans verilmesini rica ettim yöneticilerimden. O pozisyon altı ay sonra açıldı ve bana teklif edildi – iş hayatına atıldığım ilk günden itibaren, bulunduğum pozisyonun değil gelmek istediğim pozisyonun hakkını verecek şekilde çalışmaya gayret ettim. Bu gayretim hep farkedildi, takdir edildi ve ödüllendirildi; şanslıydım.

2004’ün son aylarından Ağustos 2013’e kadar, firmanın distribütörü olduğu Arçelik markalı beyaz eşya ürünlerinin ithalatını ve pazarlamasını yapan şirketi Ram Trading Ltd.’de Marka-Reklam ve Operasyon Yöneticisi olarak görev yaptım. Disiplin, düzen, dakiklik ve organizasyon becerisinin yanısıra yaratıcılık da gerektiren bu iş, kendimi mesleki ve kişisel olarak geliştirmemi sağladı; şanslıydım.

Ağustos 2013’te firmanın Kurumsal İletişim ve İnsan Kaynakları Yöneticiliği rolünü üstlendim. Bu yeni rolüm sayesindeyse insanlarla daha yakın çalışma ve başkalarının hayatlarına değme fırsatı elde ettim. Yetki ve sorumluluk almayı daha fazla insana daha çok hizmet sunma imkanı sağlayan bir ayrıcalık olarak gördüm her zaman. Uzun yıllar hümanizm, idealizm ve romantizm üçgeninde çalıştığım bu kurumda adalet duygum ve aidiyet hissim zamanın ruhuyla gelen değişimle birlikte azalmaya başladığında, hizmet etmek istediğim değerleri ve kendi kişisel markamı önceliklendirerek benim için çok şey ifade eden bu görevden ayrılma ve 45 yaşımda yeni bir sayfa açma cesaretini gösterebildim; şanslıydım.

1998 yılında ikimiz de üniversite öğrencisiyken tanıştığım ilk eşimle, 2001 yılının Ağustos ayında Ankara’da evlenmiş ve onun memleketi olan Kıbrıs’a taşınmıştım. Evlenmeye ve bu sebeple yabancı bir ülkeye taşınmaya karar verdiğimde yalnızca 21 yaşındaydım ve Kıbrıs’ı henüz hiç görmemiştim ama Lawrence Durrel’in “Bir kent, içinde sevdiğiniz biri yaşıyorsa bir evrendir.” sözünü duymuştum. Bu evliliğim Mayıs 2011’de sonlandı ama birbirimize saygımız hep aynı yerde kaldı; şanslıydım.

Ne işlerimde ne ilişkilerimde çıktığım kapıyı asla çarpmadım. İşin güzel tarafı, arkamdan da çarpılmadı o kapılar; şanslıydım.

Ayrılığımdan sonraki 5 yıl boyunca, yeniden sevebileceğime ve yeniden sevilebileceğime olan inancımı yitirmemeyi seçtim. Bana sunulacak eşsiz bir sevgi için dua ederek geçirdiğim bu zaman boyunca, koşulsuz sevgi üzerine okuyup, düşünüp, sohbet edip, farkındalığımı artırarak kendimi geliştirme fırsatım oldu. Kendimi koşullardan ve beklentilerden arındırmayı büyük ölçüde başardığım bir dönemde, birdenbire ve kendiliğinden Nazım çıktı karşıma… 24 Temmuz 2016 günü tanıştık ve 1 Temmuz 2017’de her durumda birbirimizin yanında olmaya söz vererek evlendik. Bizim düşünebildiğimizden çok daha büyük bir planın tıkır tıkır işlemekte olduğuna bu süreçte güvendim ve huzur buldum; şanslıydım.

Bir evladın dünyaya gelişine vesile olmak ve onun biricik varlığı şekillenirken ona rehberlik etmek, ona öğretirken ondan öğrenmek hayalim artık 40’lı yaşlarıma geldiğim için belki de gerçekleşmez derken, ikiz bebeklerimize hamile kaldım. 13 Nisan 2020 Pazartesi sabahı 07.43’te 47 cm boyu ve 2,525 kilo ağırlığı ile Eda, 07.45’te ise 47 cm boyu 2,600 kilo ağırlığı ile Ece dünyaya geldi. Nazım gibi duygulu, neşeli ve merhametli bir eş ile evlat sevgisini ve sevincini paylaşmak nasip oldu; şanslıydım.

Çok istediğim halde gerçekleşmeyen her şey, daha sonra gerçekleşecek çok daha güzel şeylerin müjdecisi oldu hep; şanslıydım.

Kendimi bildim bileli hep kalbimin dikine gittim.

Yapmak istediğim hiçbir şeyden geri durmadım.

Yaptığım hiçbir şey için de sonradan pişmanlık duymadım.

Verdiğim kararların sorumluluğunu taşıma gücüm oldu daima; şanslıydım.

Şanslı.

Şanslıymışım.
Şanslıydım.
Şanslıyım.

Şans?

04.01.2015 (Revize: 23.08.2017, 05.06.2020 ve 01.06.2023)

TELEFON KULÜBESİ

Telefon kulübesinin tam kapanmayan kapısı ve kırık camından duyuyorum konuşulanları: “Alıp götürdüler” diyor ağlayarak. Evet, doğru – gitti… Az önce biz ders çalışırken geldi, hepimizi öptü kokladı vedalaşır gibi – sonra kendi aralarında birşeyler fısıldaştılar ve zaten kapıda beklemekte olduklarını farkettiğim birileriyle birlikte gitti; alıp götürdüler.

O gittikten sonra, bu telefon görüşmesini yapmak için çarşıya yürüdük biz – niçin ve nereye gittiğimizi bilmiyordum koşar adım evden çıktığımızda ama şimdi bu telefon kulübesinin önünde bekleyip içeride konuşulanları duymaya çalışırken anlıyorum tabii…

Zaten bir süredir böyle geçiyor hayatım: Fısıltılara kulak kabartarak; yüzlerdeki bulutlardan, gözlerdeki gölgelerden, donmuş mimiklerden bir anlam çıkarmaya çalışarak, susulanları sezmeye uğraşarak ve bulduğum ipuçları arasındaki noktaları birleştirip koordinatlarımı belirlemeye çabalayarak…

Bana açık açık ve içtenlikle anlatılmayan her şeyi kendi yöntemlerimle sezmeye çalışırken, sonradan epey işime yarayacak olan empati kaslarım güçleniyor ama diğer yandan büyüklere olan güvenim zayıflıyor ve hatta tükeniyor – ben de kendimin çocuğu oluyorum.

Sonra da o çocuğu, onların koyduğu kurallara göre oynayarak bile olsa, ilk fırsatta o yangın yerinden kaçırıyorum.

 18.08.2021

 

KAVUŞMA

Tanışalı henüz üç – dört saat olmuş
Tam olarak tanışmış bile sayılmıyoruz aslında
Ama ben kavuşmuşuz gibi hissediyorum
Sanki çok uzak bir yerdeymişsin
de dönüp gelmişsin gibi
Sevinçli, güvende ve huzurluyum yanında
Bu yabancısı olduğum his öylesine dolduruyor ki içimi
Kalbime sığmıyor ve dudaklarımdan taşıyor
Ayrı kalmış, çok özlemiş de kavuşmuşuz gibi hissediyorum diyorum
Bir yandan da korkuyorum
Bunu söylediğim için belki de bir daha göremeyebilirim çünkü seni
ve bu korkumu da itiraf ediyorum sana
O ana kadar içimde tutamadıklarım yetmezmiş gibi
Bunu da söyleyiveriyorum
Korktuğum başıma gelmiyor neyse ki
Geçen üç yılda başımıza türlü türlü işler geliyor yollarda
Ama ezbere korktuğum hiçbir şey gelmiyor başıma
O yollardan büyüyerek, güçlenerek, güzelleşerek geçiyor
Kendimde hiç bilmediğim yerlere çıkıyorum
Nereye çıksam
Yanımda sen.

24.07.2019

SUS

Hep susuluyordu.
Uzun uzun.
Kimse bir şey anlatmıyordu.
Ben de susuyordum.
Oysa söylemem gereken önemli şeyler vardı.
Hepsi içimde kaldı, üstü kapandı.
Söylemeye hakkım olabileceği dahi hiç aklıma gelmedi.
Bir derdimi anlatacak olsam cezası bana kesilecekti.
Derman aramaya çalışmak derdin ta kendisiydi.
Ben de saklandım.
Kendi içime – ıssız ama güvenli.
Etrafta dert kalmasın, hepsini yok edeyim ki artık mutlu olalım istedim; boyum kısa geldi, yetişemedim.
Şarkının, şiirin, neşenin içinde daha tatlıydı hayat; onu farkettim de bir türlü erişemedim.
Muhtaçken verilmeyene,
Muktedirken ihtiyaç duymuyor insan…
Nerdeydiniz sahi siz o zaman?
Benim size ihtiyacım varken siz neredeydiniz?
Neler oluyordu hayatınızda ki beni hiç görmediniz?
İçimde sizden kalan boşlukları ben hep kendim doldurdum.
Belki de bundandır – biraz erken yoruldum…

23.03.2019

ŞİMDİ

20180510_140441

Nüfus memuruna sorsanız,

Bugün tam 40 yaşındayım.

Ama bana sorarsanız,

Ben hep aynı yaşımdayım.

Ne sonrasına bir özenti,

Ne de öncesine bir özlem,

Kendimi bildim bileli,

Ben hep zaten oradayım.

13.05.2018

BİR YIL

Sanki bir gün bile olmamışken

Koskoca bir yıl geçmiş

O bir yılın her gününden

Aslında bir hayat geçmiş

Durup bir satır bile yazmayan

Hayatın içinden geçmiş

Geçerken uğradıklarından

Acaba ne biriktirmiş

Ne farkeder geçse gitse

Ya da ne olur dursa kalsa

Hayat masal esasında

Biri anlatır nasılsa

21.11.2017

KUMBARA

images

Dilerim zamanla biriktirdiğimiz,

Anlayış, hoşgörü, güven ve güler yüz olsun.

Sevgi, saygı, sadakat ve aşk olsun.

Sağlık, mutluluk, huzur ve neşe olsun.

Bunlar biriktikçe hafifler insan.

Dilerim nice yıllar,

Nicesini biriktirmek,

Birlikte nasip olsun.

31.12.2016

BİZE YETER

images

Hep beraber bir sofraya otursak,

Yemeğimizi paylaşarak çoğaltsak,

Şarap içip aşka düşsek,

Sohbet edip hafiflesek,

Bir gülüşle dost kazansak,

Dostluk verip kalem alsak,

O kalemle şiir yazsak…

Bir şiir nerden baksan

En azından bir nar eder,

Fazlasına hiç gerek yok,

Bu kadarı bize yeter.

24.11.2016